Diriliş Ufku: Sezai Karakoç

Yazar: Yusuf Tosun

Hangi tarafından tutarsan tut bir elmas olan şair-yazar-düşünür-aksiyon adamı Sezai Karakoç, yaşadığımız bu coğrafyada yetişen çağımızın önemli kilometre taşlarından biridir. Doğudan yükselen güçlü bir şahsiyet ve yerli bir mütefekkir olan Karakoç, büyük bir kaos/kriz/bunalım yaşayan günümüz insanı için, bir çıkış yolu, bir kurtuluş ve diriliş reçetesi olarak önümüzde durmaktadır.

Şüphesiz Karakoç, büyük bir şair ve sanat adamıdır. Ancak bizce, hala vakur duruşuyla aramızda yaşayan, kökleri bu topraklardan beslenen yetmişi aşkın bu ulu çınarın en önemli özelliği, ismiyle özdeşleşen “DİRİLİŞ” aksiyonu, sevdasıdır. O, eserlerinde adeta bütün ilhamını bu kavramdan almıştır. Yaşamı boyunca kaleminin ve takatinin elverdiği ölçüde bu mefkûreyi (diriliş) yazmaya, anlatmaya ve yaşamaya çalışmaktadır. Çocukluğundan itibaren zihninin “diriliş” kavramıyla meşgul olduğunu söyler Karakoç bir konferansında.

O, önce dirilişi; öte âlem (ahiret) ile ilişkilendirmiş ve ilk ilhamını “ba’su badel mevt”’ten (ölümden sonra diriliş) almıştır. Ve her inananın kalkış noktasının da burası olması gerektiğini vurgulamıştır. O, dirilişi hem metafizik, hem de tarihsel ve toplumsal yönüyle izah etmeye çalışmıştır bunca yıl. Hem bireysel, hem de toplumsal değişim, gelişim ve dönüşümü esas alan evrensel bir “sevgi devrimidir” diriliş. Karakoç, dirilişin otuz yıllık teorik altyapısını (dergi, gazete, konferans… vs.) 1990–1997 yılları arasında aksiyonlaştırarak (Diriliş Partisi) özelde Türkiye, genelde dünya Müslümanlarına bir mesaj vermek istemiştir. O, insanlığın yeni bir çağın/dönemin eşiğinde olduğunu hem teori (ruh), hem de pratik (aksiyon, toplumsal) cephesiyle haykırmak istemiş, haykırmış ve hala haykırmaktadır.

Diriliş mefkûresinin mimarı Sezai Karakoç’un temel kalkış noktası İslam’dır. O, bütün eserlerinde, konuşmalarında, eylemlerinde bu gerçeğin altını çizer. Diriliş; felsefesini, aksiyonunu ve varlığını buradan alır. Yani memba İslam’dır onun dünyasında. Sezai Karakoç’un bu isimle yazılmış bir eseri de bulunmaktadır.

Sezai Karakoç’un, dirilişin çevresinde yazdığı makaleler, diriliş kavramının ilk tohumları olarak algılanabilir. Ya da, fikir ve düşüncelerinin zihin egzersizleri… Önce bir durum tespiti yapılıyor ve akabinde mermiler sürülüyor namluya. Yerli düşünceleriyle ayağı yerde bir düşünür ve aksiyon adamıdır Sezai Karakoç. Bu ülkede yıllardır küllenmiş, yön sapmasına uğramış ve anlam buharlaşması yaşamış bir milletin yeniden şahlanışına ve dirilişine öncülük ediyor o. Bu yönüyle geçmişin acı tecrübelerinden ders çıkarılarak, geleceği aydınlatıcı ışık saçılıyor ve vira bismillah dirilişe davetiye çıkarılıyor. Önce sağlıklı bir diriliş ruhu yaratılıyor ve akabinde diriliş coğrafyası oluşturulmaya çalışılıyor.

Geçmişle şimdiki zaman ve gelecek arasında sıkı bir köprü kuruluyor. Tarihin derinliklerindeki tecrübeler gün yüzüne çıkarılarak geleceğe yol haritası çıkarılmaya çalışılıyor. Yeni bir site, güçlü bir şehir ve kadim bir medeniyetin temelleri atılıyor. Ruhun, bedenin, aklın, şehrin, medeniyetin, tarihin, geleceğin…. Yeniden diriliş için beyin fırtınasına tutuluyoruz. Dirilişin çevresinde kadim bir medeniyet inşa ediliyor. Batıya karşı doğunun (İslam’ın) yeniden dirilişinin şart olduğunu, aksi takdirde batının bir ahtapot gibi her tarafımızı kuşattığından bahisle, erdemli, aydın insanların meseleye duyarlı olması gerektiği vurgulanıyor.

Karamsarlığın hâkim olduğu o dönemin Türkiye’sinde yeni bir ufuk ve gelecek ülküsü doğuyor. Bu yeni ümit, fikir ve eylemleriyle genç kuşağı yüreklendiriyor. Her on yılda bir darbelerden başını kaldıramayan yorgun bir millete, umut aşılanıyor ve diriliş ruhu veriliyor. Tüm ülkenin ve İslam âleminin kurtuluşu için kalemini ve yüreğini hiç çekinmeden ortaya koyuyor. Özellikle Türkiye’yi, batı tehlikesine karşı uyarıyor. Bu yönüyle Sezai Karakoç’u, fildişi kulede gazel okuyan sözde aydın kesimlerden de ayırmak gerekir. Kendi coğrafyasında, dipten gelen düşünce ve eylemleriyle geleceğe yürüyor ve uğradığı her yere kendinden bir nüsha bırakıyor.

Diriliş kavramını enine boyuna ele alan Sezai Karakoç, dirilişi metafizik boyutuyla da irdeliyor. Onun tabiriyle; dirilişin abstre alarak tahlilini yapıyor ve ondan insanlığın yeniden kendini bulması için hayat, kurtuluş peyda ediyor. Veya yeniden uyanışa geçen diriliş ruhunun insanlığa hem bu dünya, hem de öte dünya saadeti verdiğini müjdeliyor. Aynı zamanda ruhun dirilişiyle, muhayyilemizde olması gereken hayat resmi kurşun kalemle çiziliyor ve içinin boyanması bizlere bırakılıyor. Kısacası, fikir ve düşüncelerimize eskimez bir elbise giydiriliyor.

Dağ Çağrısı ve yeniden diriliş

Dağ, Sezai Karakoç’un dünyasında bir “diriliş hunisi” olarak kayda geçiyor. Dağa çağırıyor ve hikmetli arayışa davet ediyor. Nietzsche’nin Zerdüşt’ü gibi “tanrıyı öldüren” değil, ruhu yeniden bileyip dirilişe çağıran dağ… Dağda kanatlanıp, tabiatla yeniden bütünleşmek ve dağı unutan, dağa karşı cephe alan şehirleri dize getirmek için “dağ çağrısı”nda bulunuyor. Dağ; onda Hira Mağarası, Ashab-ı Kehf olarak yankı buluyor

Ruhun yeniden dirilişi için, dağa çekilip ruhumuzu keşfetmeli. Hiralarda inzivaya çekilmeli ki; ruhumuz yeniden vahiy ışıltılarıyla dirilişe geçip eşyayı, insanı, tabiatı okuyabilsin. Yeni güneşlerin doğuşuna ancak dağların doruklarındaki ilahi aydınlık ufuk verebilir. Güneş yükselecek, dağ dirilişe davet edecek ve ruhumuz yeniden diriliş sinyalleri vermeye başlayacaktır o zaman.

Hz. Yusuf’un düşünde ruhumuzu dirilişe çağıran önemli ibret ve ipuçları vardır. Sezai Karakoç, Hz. Yusuf düşünden yola çıkarak ruhumuzun kirlenen tarafını temizleyip tetikliyor. Ve Yakup gibi metin ve sabırlı olmayı öğretiyor bize. Hz. Yakup’un biricik oğlu Yusuf’un düşü yorumlaması gibi aydınlık ve temiz bir gelecek projesi öngörüyor. Ama ilk adım; ruhun dirilişi…

Yine Hz. Yusuf’un düşünde, ruhun dirilişinin ana kriterleri sunuluyor bize. Önce bireysel diriliş, arkasında toplumsal diriliş… Biri ötekinin habercisi ve yeniden dirilticisi.

Karakoç, ruhun dirilişinin kolay olmadığını da hatırlatarak, bu dirilişin önündeki en önemli engelin meşhur ifadeyle “putlar” olduğunun altını çiziyor. Aslında putlar da insanın tapınma, sığınma ihtiyacının neticesidir. Olayı tersinden okuduğumuzda, ruhun dirilişinin zorunlu ve an meselesi olduğunu görürüz. Ancak önyargısız ve doğru bir inançla…

Karakoç’daki ruhun dirilişi, sadece bu dünyadaki diriliş değildir şüphesiz. O, diriliş aksiyonunu iki boyutlu olarak ele alıyor ve öte âlemdeki diriliş de bu taraftaki dirilişle bire bir ilişkilendiriyor. Öte âlemdeki diriliş inancı olmadan zaten bu dünyada dirilişin olması mümkün değildir. Karakoç, ısrarla bu hassas ayrıntının altını çiziyor ve çeşitli dünya görüşlerinin, tarihin akışındaki başarısızlıklarını buraya bağlıyor.

S. Karakoç, hem kendi coğrafyasında yaşayan Müslümanların, hem de dünya Müslümanlarının içinde yaşadığı koşulları, içine düştükleri acziyeti göz önünde bulundurarak işe temelden başlamış ve İslam’ı yeniden yorumlamaya çalışmıştır. Vahyi öğretiyi esas alarak, İslam’ın özünü sunmaya çalışmış ve o gün revaçta olan komünizm ve kapitalizmin çıkmazlarını ve çarpıklıklarını İslam’ı tanımlarken sık sık dile getirmiştir. “Allah’ın indinde din İslam’dır.” ilahi mesajıyla, dine giriş yapmış ve tahrif olunmuş Yahudilik, Hıristiyanlık, doğu dinleri (Taoizm, Brahmanizm, Hinduizm) arasındaki farklılıkları ve İslam’ın üstünlüğünü ortaya koymaya çalışmıştır.

Dini inkar yönünün ağır bastığı o yılların Türkiye’sinde, yazılarının bir kısmını da dinin yeniden tanımlamasının yanı sıra, akıl ve mantık ölçüleri dahilinde ispata yöneltmiştir. Ya da, Allah’a inancın zayıf olduğu o dönemin insanlarına, karşı tezleri çürüterek taze ve yeni bir Allah bilinci aşılamaya çalışmıştır. Dini öldüren filozofların (Nietzsche’ye atıfla) insanın içinde konkreleştirilen (müşahhaslaştırılan) tanrıyı öldürdüğüne dikkat çekmiş; gerçekte O’nun ne öleceğinin, ne de öldürülebileceğinin hatırlatmasında bulunmuştur:

Çünkü insanın var olması, Allah’ın varlığına delalettir. Allah’ı inkâr da, insanın kendisini inkârıdır ki; kendini henüz çözememiş insanın böyle bir hakkı da yoktur ona göre.

Sezai Karakoç, bir Müslüman’ın inandığı şeyleri, akıl ölçüsünden geçirmesi gerektiğini düşünür. “Ba’se badul mevt” (öldükten sonra tekrar dirilmek) düşüncesine de bu pencereden yaklaşır ve bu kompleks gibi görünen problemin çözümünün Allah’a inanıştan geçtiğini belirtir. Çünkü O’na inanmayan, zaten devamına da inanmaz. Allah’a inanmak, beraberinde öldükten sonra dirilmeye inanmayı da getirir.

İnsan ölürken ağırlıklarını yitirir ve yavaş yavaş gözden kaybolmaya başlar. Bu nedenledir ki şairler ölümü, dizelerinde bir kıyıdan uzaklaşan gemiye benzetmişlerdir. Ölümle, dünyada ağır olan nesnelerimizi bırakır ve yalın halimizle O’na terfi ederiz.

Yazar mükemmel inanışı ve Kamil İnsanı ortaya çıkarmanın peşindedir. Bu nedenledir ki; insanüstü alemdeki güzelliği keşfe yeltenir ve her insanın bir haber olduğundan hareketle, her doğan çocuğun yeni bir haber getirdiğini hatırlatır. Ve bu eskimez güzel haberi vahiyle irtibatlandırır. “Mutlakın kendisini anlatması” olarak tarif eder vahyi.

Kısaca o; İslam’ın bütün odalarına tek tek girmiş ve yeniden İslam’ın ve dolayısıyla insanlığın ruhuna uygun bir şekilde dizayn etmek gerekliğini vurgulamıştır. Dinin kendine özgü ruhunu ve çizgisini yeniden yaşatılması gerekliliğine dikkat çekmiştir. Ne doğu, ne de batı insanlığın kurtuluşuna çözüm değildir. Doğu ile batı arasında, doğu ve batıyı da içine alan yeni bir sese kulak vermek gerekiyor. O güçlü ses de İslam’dır şüphesiz.

Sezai Karakoç, dirilişin çevresinde alt yapısını oluşturduğu yeniden diriliş idealinin ilk basamağı olarak İslam’ın dirilişini seslendirir. 20. yüzyılda bir mütefekkirin can alıcı hamlesidir İslam’ın yeniden dirilişi… Ona göre İslam’ın dirilişi, insanlığın dirilişidir. İslam zaten diri ve canlı olarak yerli yerindedir. Yıllardır kabuk bağlamış, yüzünü gelişim ve değişimlere ters çevirmiş olan Müslümanların ve İslam dünyasının yeniden dirilişidir asıl olan.

Bu gerçekten hareketle İslam’ın dirilişinde, Avrupa’nın, Asya’nın ve Afrika’nın durumunu masaya yatırıyor Sezai Karakoç. O dönemde ve hala Avrupa yükselişinin önünde bir set olarak duran Asya ve Afrika ruhunun aslında uzlaşması gerektiğini, aksi taktirde büyük yıkımların ve felaketlerin baş göstereceğinin haberini veriyor. 21. yüzyılın ilk çeyreğini yaşadığımız bu dönemde, o gün yapılan tespitlerin doğrulandığına şahit olmaktayız. S. Huntington’un Medeniyetler Çatışması tezi, 1992–1997 yılları arasında Bosna-Hersek’te yaşanan dram, İsrail-Filistin çatışması, Irak’ın ABD tarafından işgali. Ve tabii ki Mısır, Tunus, Yemen, Libya ve Suriye’deki ayaklanmalar… bu yakın zamanda yaşanan hadiselerdir. Bu hassas yürüyüşte direksiyon Avrupa ve ABD’nin elindedir. Aslında yazarın, o yılların sisli havasında önerdiği ve çözüm olarak sunduğu İslam Birliği düşüncesi hala geçerliliğini korumaktadır. Bütün insanlığı kucaklayan ve onların dertlerine deva olan ilahi düşünce ve birlik; kurtuluşun ve dirilişin tek alternatifidir.

Çağın dokusuna işlenen eskiz

1970’li yıllarda Sezai Karakoç, Diriliş Neslinin Amentüsü ile diriliş neslini muştuluyordu. O, bütün bu çalışmalarını mütevazı bir ifadeyle “çağın dokusuna işlenmek istenen bir eskiz” şeklinde ifade ediyordu.

Karakoç, Diriliş Neslinin Amentüsü’nde kendisinin “diriliş eri” , “diriliş işçisi”, diriliş cephesinde “bir savaş adamı” olduğunu hatırlatıyor. Ve ardından bu apansız savaşın mahiyeti ve anlamı üzerinde duruyor. Topla, tüfekle yapılan bir savaş değil, ruhun-ruhların medeniyetlerin, zihniyetlerin savaşı…

O, diriliş neslinin konumunu ve iç dünyasını zenginleştiren azığını ortaya koyuyor. Bunu, ben sorumluluğundan yola çıkarak “diriliş kentinin, diriliş sitesinin kurulması için taş taşıyan, harç taşıyan biri olarak” görüyor ve kendisini, diriliş erlerini, erenlerini ve pirlerini. “hakikat savaşı ve hakikate karşı savaşlar, başkaldırmalar.”olarak yorumladığı “tarihi” ve “hayatı” diriliş mücadelesinin odağına yerleştiriyor. Ve “erdem sitesinin” dirilişi ve kuruluşu için öncelikleri belirliyor o engin ufkuyla.

Karakoç, diriliş ruhunu çevreleyen daireleri -ki bunlar dışarıdan içeriye doğru sırasıyla; dışarıyla temas halinde olan toplum ve aile ilişkilerinin ördüğü tabaka; tarih, kahramanlar, önderler ve veliler halesi; peygamberler dairesi; kitaplar; melekler; takdir dairesi ve vahidiyet dairesi- tek tek ortaya koyup açıklıyor. Ve insanı, eşyayı, tarihi, düşünce ve sanatı bu haleler doğrultusunda değerlendiriyor. Böylece diriliş eri, aynı zamanda kendine bir mihenk belirlemiş oluyor. Yani diriliş erinin temel inançlarından oluşan lokomotif… İnsanlığı kurtaracak, onu aşılayıp yeniden ayağa kaldıracak, diriltecek orta yolun trafik işaretleri, ana çizgileri… Güvenli bir sürüşle hedefine ulaştıracak temel inançlar… Karakoç’un işaret parmağı bu yöne.

Diriliş Neslinin Amentüsünde, çağın ona uyduğu bir medeniyet projesinin doneleri sunuluyor bize. Hayatın tam merkezinde ilmiyle amil bir nesil ve medeniyet… Tabi ki, her bireyin önce kendi yüreğinde yaşadığı, uyguladığı bir dünya tasavvuru öngörülüyor. O, İslam’ın dirilişini; birey, toplum ve tarih üçgeninde ele alıyor. Çünkü o, üçgenin temel köşeleri olan diriliş neslinin kendi geçmişini, kültürünü ve medeniyetini yaşamak ve yaşatmak gerektiğini vurguluyor.

Dirilişçinin inancında, dünya ve ahiret ayrımı yoktur. İkisi bir bütündür ve bütün çaba iki alem arasında sağlam bir köprü inşa edip öte aleme sağ salim gitmektir. İnsanda ve toplumda gelişmesi gereken diriliş şuuru, inancı budur. Bunun için Karakoç’un beylik ifadeleriyle; kendine özgü “diriliş sitesi” kurmaktır amaç. Bu diriliş sitesi aslında “ruhun dirilişiyle” inşa edilen bir sitedir. İşte Karakoç, diriliş sitesinin işçisi olarak görüyor kendisini ve her diriliş adayını. O, zihninde hep bu siteyi kurmakla meşgul bir mütefekkir…

Ve akabinde, ideal diriliş sitesinin iç dünyasını göz önüne seriyor; çağ içinde varoluş hikmetini, bu sitenin kuruluş, canlandırma ve diriltilmesine bağlıyor. Ve bu sitenin evrensel özelliklerini sayıyor tek tek. -…dışı taklide kapalı, kalitesizlikle savaş üzerine kurulu, tüketimde eşitlik sağlayan, maddi güçlerin manevi güçlerin denetiminde olduğu, halk yönetimini esas alan, yaşamda sadelik isteyen, işsiz kimsenin kalmamasını öngören… Vb.- Ve bu sitenin kurulması her diriliş erinin, Müslüman’ın görevi olduğunu hatırlatıyor. Tabi ki, bu sitenin prototipi ailedir. Önce, her diriliş erinin bu amentü doğrultusunda diriliş sitesinin temelini yüreğinde atıp, binayı ailesiyle birlikte yükseltmesi gerekiyor Karakoç’a göre.

Diriliş Neslinin Amentüsüne göre ideal devlet; Farabi’nin adlandırmasıyla “medine’t-ül fazıla”, yani erdem devleti olarak tarif ettiği devlettir. Ve o devlet “erdem, eşitlik, adalet” temelleri üzerine kurulmalıdır. Karakoç bu bilinçten hareketle, Müslüman beyinleri dürterek; “bilinen sebeplerle yitirilen varoluş şuurunun kazanılması” gerektiğini haykırıyor. Bunun tek yolu ise; “diriliş girişimi” dir.

Bu amentüye göre diriliş projesi, tam teşekküllü bir projedir. “Kültür, ekonomi, sosyal” alanda bir takım ilkeleri vardır. Bu ilkeleri tamamen İslam’ın özünden alır ve onu günün şartlarına uyarlar. Çünkü diriliş, kopya bir proje değil, dinamik, değişken, çağdaş bir ekoldür. Diriliş projesi, inancı merkeze alan, dünyanın içinde ve dünyayla iç içe bir projedir. Bu projede; estetik, sanat, bilim, hukuk, sevgi ve saygı temel esastır.

Karakoç’a göre diriliş “idealinin” birinci unsuru “özülke”, ikinci unsur “kültür birliği”dir. Özülke ve kültür birliği idealleri “millet idealini” doğuracaktır. Milletin doğuşuyla da; “İslam medeniyetinin dirilişi” de gerçekleşmiş olacaktır.

Çıkış Yolu

İnsanlığın yeniden dirilişine çıkış yolu bulmak ve yeniden hakikat arayışında isabetli olmak için geniş bir tablo analizi önümüze koyuyor ve tüm insanlığa ihtarda bulunuyor Karakoç. İnsanlığın gidişatına son üç-dört yüzyıldır ağırlıklı olarak yön veren batı medeniyeti analizine yer veriyor. Ölüme dikkat çekmekten başlayarak, tapınak, kent, propaganda (reklam), politika, devrim, put, bilim, edebiyat, sanat ve felsefe tek tek masaya yatırılıyor. Özellikle batının bu kurum ve kavramlarda yön sapması yaşadığına, insanın ve eşyanın tabiatına aykırı bir gidişatla çağı bunalıma, kaosa, krize sürüklediğine dikkat çekiyor. Artık çağ, öyle bir noktaya geldi ki; 17. yüzyıldan bu yana yanlış temeller üzerine bina edilen yapı devrilmekle yüz yüze geldi. Ve günümüzde kaoslarla çalkalanan batı medeniyeti, artık bir çıkış yolu aramaktadır. Tam da bu noktada, bir tohum gibi insanlığın dirilişle yeşermesi ve kendi gerçek özüne, ruhuna kavuşması gerekiyor. Karakoç’un çerçevesini çizdiği bu diriliş; “geçmişin tekrarı değil, eskimez bir yeniliği özünde barındırması anlamında yeni bir oluş. İnsanlığı saptığı ana çizgisine dönüş ve bu dönüşteki birikimle tohumlaşma ve ilham kazanma birikimiyle yeni bir mayalanıştır.” şeklinde kendini buluyor.

İnsanlığın dirilişiyle birlikte dalga dalga yayılan medeniyetler, sürekli bir değişim ve gelişim halindedirler. Her yeni medeniyet, bir önceki medeniyetten bir şekilde etkilenmiştir. Ancak özünde medeniyetler değişmemişlerdir. Kabuk değiştirmiş ve renklenmişlerdir. Medeniyetler insanlığın “anıtları”, ”sergileri”, ve “hikâyeleridir” Karakoç’a göre. Yine ona göre; “Mezopotamya, Mısır, Grek, Roma, İslam ve Rönesans sonrası batı medeniyetleri, insanlığın bir akış içinde kendini gerçekleştirdiğinden” hareketle bu akışın iki çizginin çatışması olarak süregeldiğinin altını çiziyor.

Karakoç, yıllar önce baş gösteren bunalımın ve çıkmazın kaynağını rönesansta arıyor ve batının artık bir patlama ve tıkanışla yüz yüze olduğunun altını çiziyor ve ihtarda bulunuyor. Doğu da, farkında olmadan onun tabiriyle; “batıyı içiyor, fakat bu içiş onu şifaya götürmüyor. Hatta yavaş yavaş zehirliyor onu.”

Bunalımı heceleyebilmenin tek yolu Karakoç’a göre, bunalımın kaynağına, yani Rönesansa inip bir özeleştiri yapmak… Ve rönesanstan sonra, insanlığın zamanla zorunlu olarak batılılaşmaya başlamasını da Romalı kölelerin özgürlüklerine kavuşması için yaptıkları başkaldırı ile örtüştürülüyor ve geleceğe aydınlık bir ufuk çiziliyor Karakoç tarafından.

Batı medeniyeti, özünde İslam’a karşı doğan ve İslam’ı ezme hedefi üzerine kurulu bir medeniyettir. Batı, ilhamını geriden, yani Grek Roma medeniyetlerinden almaktadır. Bu arada Hıristiyanlığı da dondurarak kendi emelleri doğrultusunda kullanmıştır. Ancak zamanla batı öyle bir noktaya geldi ki; batı dışında ki topluluklarla da yüzleşmeye başladı. Ruhtan yoksun batı medeniyeti, gözü dönüp bütün insanlığa hükmetme girişimine başlayınca, maskesi de düşmeye başladı. Ve bununla birlikte insanlık da, batıyı sorgulamaya başladı. Bu gün metafizik bir kaos yaşayan batı medeniyeti, Sezai Karakoç’a göre, gelecek açısından bir “ışıksızlık” ve kendilerine yöneltilen hayatın anlamı konusunda “cevapsızlık” bunalım ve bunaltısını yaşamaktadır. 21. yüzyılın başında ise bu krizin artık kabına sığmadığına ve batı medeniyetinin iflasın eşiğine geldiğine şahit olmaktayız.

İnsanlık tarihi; hakikat savaşından, hakikati arama çabasından ibarettir. Peygamberler, hakikat arayışının mücadelesini vermişlerdir. Dolayısıyla bugün de yapılması gereken, hakikati ikame etmek için mücadele etmektir. Batı, sırtını hakikate çevirerek, anı yaşamakla yanılgıya düşerken; doğu, hakikati terk etmekle yanılgıya düşmüştür.

Tarihin akışı içerisinde uygarlıkların aynası olan kent, sürekli bir gelişim ve değişim yaşamıştır. Uygarlık ve kent arasında kopmaz bir bağ vardır. Bu nedenle de kentlerin ruhu, medeniyetlerin de ruhudur aynı zamanda. Rönesans’tan sonra “batı kentleri” oluşmaya başladı. Böylece doğu kentleri de yavaş yavaş anlam buharlaşmasına uğradı batı kentlerinin gölgesinde. Karakoç, yeniden diriliş yolunun, doğu kentlerini yeniden onarmak ve onlara ruh üfleyip ayağa kaldırmaktan geçtiğinin altını çiziyor.

Yukarıda çerçevesi çizilen bu durum tespiti ve yaşanan krizin sebepleri ve kısmen sonuçları ortaya konulduktan sonra, bunalımdan insanlığın diriliş yoluyla kurtaracak olan diriliş insanının” vasıflarını da anlatır Karakoç. Bütün dünyanın “uygarlık krizi” yaşadığı bu dönemde, insanlık “yeni bir yol” arayışıyla karşı karşıyadır. Karakoç’a göre bu yeni yolun mimarı “diriliş insanı” ve ondan peyda olacak nesil “diriliş nesli”, o eşsiz neslin kuracağı toplum “diriliş toplumu” ve ortaya koyacağı uygarlık da “diriliş uygarlığı” olacaktır.

Türkiye’nin geleceği, kendi özüne dönmekte yatıyor ona göre. Türkiye, ne doğu, ne de batıdır. Batı ifrat, doğu tefrittir. Biz orta, yani dengeyiz. Bizim medeniyetimiz İslam medeniyetidir. Biz Ortadoğuluyuz. Bir başka tabirle Asyalıyız.

kaynak: haber10.com

Yorum bırakın