‘Yedinci oğul’da var bir ateş

Yazar: Celal Fedai

Turan Karataş’ın Doğu’nun Yedinci Oğlu: Sezai Karakoç adlı kapsamlı çalışması, gözden geçirilmiş yeni baskısıyla okura ulaştı. Sezai Karakoç’a akademik bir titizlikle, Türk ve dünya şiiri tarihinin içinden bakan, başvuru kaynağı niteliği taşıyan bir eser…

DOĞU’NUN YEDİNCİ OĞLU SEZAİ KARAKOÇ, TURAN KARATAŞ, KAYNAK YAYINLARI, 592 SAYFA, 25 TL

Yirminci asrın ikinci yarısında şiir, şairinin kendine üflenen nefesten aldığını kendi nefsinde gezdirip yine kendi nefesinden çıkarırken nasıl olmalıdır? Sadece 1950’lerde değil, her zaman diliminde Müslüman şairlerin derdiydi bu. Şeyh Galip’e Hüsn-ü Aşk’ı yazdırırken, Nâbi’ye layık olabilmek için onun eserine tabir caizse meydan okutan tinsel güç, işte tam da buydu. Bugün bu dertle yanıp tutuşanların varlığından sonraki zamanlara kalacak, ne kalacaksa. Sezai Karakoç’tan bugüne ve sonrasına kalan, hiç kuşku yok ki bu derttir. Başka nice dertleri alıp götüren, dayanılması güç yalnızlıklarda güç veren, kısacası insanı taşıdığı yüklerle var eden, yaşatan kutsal bir dert. 1920’lerde Nâzım’la başlayıp bugüne dek gelen onlarca şair birbirine benzerken, Necip Fazıl’a üstad diyerek kendisi üstad olmuş Sezai Karakoç’u ve bu defa ona üstad derken kendini postta oturur bulan Cahit Zarifoğlu’nu, Nâzım’dan sonra gelen onlarca ‘şair’ ile kıyas bile ettirmeyen şiir kalitesi, işte bu derttir: Şiir, yaşadığı zamanda bir Müslüman şairin elinde nasıl mayalanacaktır? Derdi buysa şairin, lütufları er geç gelir.

Hâlâ yanan ateş

Doğu’nun Yedinci Oğlu: Sezai Karakoç, sözünü ettiğimiz bu ‘mayalanma’yı, ‘ateş alma’ şekline büründürmüştür. Bir zaman sonra, ardından gelen genç Müslüman şairler onun alıp hiç söndürmediği ateşten ateşlerini almışlardır. Hoşa gitmeyeceğini bilerek söylüyorum, ama gerçek bu, ateş alanlarda aldıkları ateşe lâyık bir ‘ateş dansı’ görülmedi ne yazık ki bugüne dek. Karakoç’ta hâlâ yanan o ateş, boyuna alındı ama alanlar gidip bir yerlerde o ateşi söndürdü. Ateşi, kendi ateşleri kılamadılar. Olabilir. Nasiptir bu. Ancak nasip dairesinin dışında olan şey, ateş için çalı çırpı, dal budak ve belki kömürün türlüsünü arama emeği gerektiriyor. Şair için şiirini tutuşturacak ateşi almak, sigarasını yakmak için yolda ilk rastladığından ateş isteyenin haline elbet benzemiyor. Ayrıca şiirsel ateş, dinî inanca ya da etnik kimliğe de bakmıyor. Karakoç’tan Müslüman şairlerin alamadığı ateşi belki umulmadık biri gelip alabiliyor. Nitekim Nâzım’ın ardıllarının ondan alamadığı ateşi bir Müslüman şair pekâlâ alabilir. İşin gerçeği şiirde ateş söz konusuysa, dinî ya da siyasi tüm kimlikler geçersizleşir, ısınmak isteyen gider ve o şiirsel ateşi alıp kendi şiirine har verir. Sezai Karakoç, buradan bakılınca 1950’lerden bugüne her anlayıştan şairin gidip ateş dansına baktığı büyük bir şairdir. Turan Karataş’ın literatürümüze yerleştirdiği tabirle, “Doğu’nun yedinci oğlu”.

Hatırlatmaya çalıştığımız “dertli ateş”in adı Sezai Karakoç, seksen yaşına erdi. Kaynak Yayınları bunu vesile ederek, ilk kez on beş yıl kadar önce yayımlanan Turan Karataş’ın doktora tezini, gözden geçirilmiş yeni haliyle yayımlamak gibi bir incelik göstermiş. İleride çok daha başka bir mantıkla, kaliteli bir baskıyla, mizanpajla okurla buluşmasını dilediğim bu çalışmanın, şahsıma ait naçizane gayretleri şevklendirmesi bakımından hatıramda yeri vardır. Beni aşan bir duruma işaret ettiği için anma gereği var. 1997’de yüksek lisans çalışmama İsmet Özel’i konu etme isteğimi tez hocama açtığımda, eli öpülesi hocalardan Orhan Okay’ın Turan Karataş’a Sezai Karakoç’u doktora tezi olarak verdiğini, dolayısıyla bizim de o çığırdan yürüyebileceğimizi söylemişti. O günlerin Türkiye’sindeki laik bağnazlığa direnenler nadirdi. Okay Hoca ve Karataş direnmişti. Henüz hayatta olan bir şairin tez olarak çalışılamayacağı türünden çekinceleri de aşmışlardı. Hâsılı bu çalışma o günler düşünüldüğünde, laik ve akademik, iki çeşit bağnazlıkla mücadelenin eseridir. Karataş’ın bu noktada şu sözleri pek manidardır: “Doğu’nun Yedinci Oğlu için, ailenin en değerli ağabeyinin/çok değerli büyüğünün, evin gayretkeş, cüretkâr küçük oğlu tarafından anlatılma çabası da denebilir. Bundan 20-25 yıl önce akademik çevrelerde bir çeşit çekingenlikle, korkuyla bakılan büyük bir sanatkâra ve düşünüre, genç bir akademisyenin ilk kez ‘ivazsız garazsız’ bakışıdır.”

Değerli ve öncü bir kitap

Karataş’ın çalışması, bir kasıt dâhilinde ve türlü şekillerde çığ düşürülerek kendi beyaz karanlığına mahkûm edilen Müslümanların, içlerinden çıkan ağabeylerini anlamaları bakımından çok değerlidir. Bugünlerde böyle çalışmalar çok var. Zaman ve zemin müsait. 1990’lı yıllarda bir akademisyen için Sezai Karakoç çalışmak hayli cesaret isterdi. Nitekim o cesaretten de güç bulan Doğu’nun Yedinci Oğlu, bugünün rahatlığından güç bulan çalışmaların kanımca fevkindedir. Fevkindedir; çünkü her şeyden önce akademik bir titizlikle, Türk ve dünya şiiri tarihinin içinden bakılmaktadır Karakoç’a. Erganili bir çocuğun Mekteb-i Mülkiye’den İstanbul’a gelip oranın düşünce ve sanat piyasası içinde bir Müslüman şair ve düşünür olarak o dertli ateşi harlı tutma çabası, ‘ağabeyimiz Karakoç’ naifliğiyle anlaşılamaz ve anlatılamaz. Bir çeşit hagiography tarzı olur bu. Kimseye bir şey katmaz. Karataş’ın Sezai Karakoç’a sevgisi aşikârdır ancak eleştirel mesafe duygusuyla ona bakmayı bilmiştir. Bu bakımdan Doğu’nun Yedinci Oğlu, Karakoç’u anlamak isteyenler kadar sözünü ettiğimiz ateşi alıp kendince yakmak isteyenler için de bir ilk kaynak olma özelliğini taşıyor. Tabii bu ikinciler daha çok onun şiirine bakacaklardır; ancak, o büyük şiir sadece ve sadece o büyük hayatla olur. Bunun için, Karataş’ın ayrıntıları titizlikle elekten geçirdiği biyografi bölümü kanımca çok şey söyleyecektir.

O biyografiden, şairin derdine ve ateşine rengini veren tanrısal lütfa dair ibretlik bir resim… Günün şairleri Karakoç’un kaçtığı Karakoç şöhretini istiyor ya hani. Bilhassa onlara bir misal. Sezai Karakoç, 1957’de Edip Cansever’in şiiri üzerine “Bir Materyalist Şiir” yazısını yazıp da dönemin soldan gelen şimşeklerini çekinceye kadar şiirde, bundan on yıl sonra İslam’ın Dirilişi kitabından ötürü mahkemeye verilip laik hukukun şimşeklerine uğrayıncaya kadar da düşünce alanında henüz tebarüz etmiş bir isim değildir. Bu iki hadise kendince yanan o ateşin derdine dert katarken, başkalarına da onu fark ettirmiştir. Osman Turan’ın “Ben dahi az tanıdığım bu gencin kudretini bu hadise sayesinde okuduktan sonra öğrendim.” deyişiyle birlikte bu hadiseleri düşündüğümüzde, “gayret bizden tevfik Allah’tan” diyenlerin dediklerini şerh etmiş oluruz.

Karakoç’u var eden dert ve ondaki ateş, dileyelim, şairlerimizin meşalesi olsun. Bu uğurda yeni bir emekle çalışmasını ele alan Turan Karataş’a ve Kaynak Yayınları’na ancak şükran duyabiliriz.

kaynak: kitapzamani.zaman.com.tr

Yorum bırakın