Cumhurbaşkanına Açık Mektup

Yazar: Ömer ÖZTÜRKMEN

Bir Sezai Karakoç vardır sayın cumhurbaşkanım. Adını, sanını belki de ilk defa benden duyduğunuz 43 yaşındaki bu mülkiyeli genç, uzun müddet maliyede çalıştıktan sonra istifa etmiş, kendi halinde, alçak gönüllü bir insandır. İnsandır Sezai Karakoç ama, alelade bir insan değil. Milletlerin tarihinde ancak beş yüz yılda, bin yılda bir tesadüf edilen ve bu mesut tesadüfle o milletlerin kültür ve sosyal hayatlarında büyük değişikliklere sebep olan bir sanat ve fikir adamıdır o. Karakoç bizim sanat ve düşünce hayatımızda Mevlana ve yunus’tan eşine ve benzerine rastlamadığımız bir şair, bir mütefekkirdir. O yalnız Türkiye’m için değil, dünya edebiyatında ve çağdaş düşünce âleminde daha şimdiden baş köşeyi alacak insanüstü bir kabiliyet ve bir şahsiyettir.hepsi orijinal, hepsi birbirinden güzel tam 22 eseri vardır Karakoç’un. Tarihe bakış tarzı,doğu ve batı medeniyetleri üzerindeki değer yargıları ve estetik dünyamıza kazandırdığı yeni perspektiflerle o, bizim dünyaya tanıtacağımız ve iftihar edeceğimiz büyük bir dehadır. Sezai, batı düşünce ve sanat hayatında büyük tesirler bırakan ve halâ aşılamayan bir Heideger, bir Schopenhauver, bir Remba, T. S. Eliot’u çok çok gerilerde bırakmış. Onları fersah fersah aşmış bir fikir ve sanat mucizemizdir. İşte böylesine büyük bir değer, bir değil bin Nobel’le hakkını veremeyeceğimiz bu büyük insan, şuanda Cağaloğlu’nda 8 metre karelik bir odada ve ondan çok daha geniş olmayan bir evde Türk toplumuna yeni sanat eserleri kazandırmanın sancısını çekiyor.gönlüm el vermedi sayın cumhurbaşkanım. Böyle bir dehayı, bizim devrimizde dünyaya gelen böyle bir kafayı, bir şans eseri olarak aramızda yaşayan bu büyük insanı tanımamış olmamıza gönlüm elvermedi. Onu size ve sizin şahsınızda bütün Türk münevverlerine tanıtmak, anlatmak, yalnız Türkiye için değil, dünya medeniyeti ve insanlık tarihi için de bir kazanç ve iftihar vesilesi yapabileceğimiz bu üstün insan etrafında bir ilgi halesi kurmak, bana uzun müddettir ağırlığını duyduğum tarihi bir sorumluluk gibi geldi.Napolyon alman topraklarına girdiği vakit bütün harp planlarını bir kenara itip ilk iş olarak devrin dehası Goethe ‘yi görmek ve onunla tanışmak istemiştir. Kendi devrinde yaşadığı halde büyük bir fikir ve sanat adamlarıyla tanışmayan, onlarla ilgilenmeyen, onlardan takdir hislerini esirgeyen devlet büyükleri, daha sonraları tarihin acı ve hükmünden kurtulamamışlardır.Türkiye’nin iki yüz yıldan beri geçirdiği kültür ve medeniyet buhranının bir gün bizi bugünkü siyasi keşmekeşe ve sosyo-kültürel kaosa sürükleyeceği beklenen bir gelişme idi. Çıkış yolu ise, ne batı medeniyetinin yüzyıllardır denediğimiz kapitalizm modeli, ne de son yıllarda yarı aydın kesiminin heveslendiği Marksist rejimidir.biz bunca denemeden ve zaman kaybından sonra kurtuluşu kendi tarihimizde, kendi kültürümüzde aramak, bu tarihten ve bu kültürden gelen sentezci kafaları bulmak, onlara sarılmak ve tıpkı Japonya’nın yaptığı gibi benliğimizi kaybetmeden kendi kalkınmamızı kendimiz gerçekleştirmek mecburiyetindeydik. Bu neden böyle olmamıştır.burada bunun üzerinde uzun uzadıya durmayacağım. Esasen bunun sebeplerini araştırmak benim ihtisasımda değildir.benim üzerinde durmak istediğim husus, bin yıllık tarihimizin yükseliş devirlerinde devlet başkanlarımızın ve lider mevkiindeki Türk büyüklerinin kendi devirlerinde yaşayan ilim ve sanat adamlarımıza gösterdikleri hürmet ve onlara sağladıkları itibardır. Eğer bugün hala kültürümüzün ana kaynakları olan bir gazali, bir Mevlana, bir Yunus Emre, bir İbni Kemal, bir Akşemseddin, bir bâki, bir şeyh galip, bir nedim, hatta hatta bir Yahya Kemal gibi tarihi şahsiyetler aramıza yaşıyorlarsa, bu birazda onların yaşadıkları devirlerde devlet büyükleri tarafından gördükleri itibar ve alakadır. Çankaya köşkünde zaman zaman siyasi şahsiyetlerle veya yakınlarınızla yaptığınız görüşmeler ve akşam sohbetleri gibi ayda yılda bir defa olsun toplumumuzun Sezai Karakoç çapındaki değerli fikir ve sanat adamlarıyla da bir araya gelmenizi gönül ne kadar isterdi. Her Allah’ım günü kavga, itham, iftira ve çekişmelerle geçen bu siyasi atmosferde zamanımızın bir kısmını böyle kültür ve sanat sohbetlerine ayırmanız, hem memleketimizin kültür hayatına bir canlılık getirmiş, hem de zatı alinizin dinlenmesi için güzel bir fırsat yaratmış olmaz mı? Çankaya köşkünde neden bir hukuk müşavirliği, bir basın müşavirliği olsun da bir kültür müşavirliği olmasın.gönül isterdi ki, cumhurbaşkanlığı gibi güzide bir devlet müessesesinde Türk kültürü ve Türk tarihi alanlarında otorite olan şahsiyetlerden kurulu bir kültür müşavirliği bulunsun, haftada veya on beş günde bir toplanmaları sağlansın.işte sayın cumhurbaşkanım o zaman Sezai Karakoç’u onunla beraber nice ilim, kültür ve sanat adamlarımızı tanımak, onlarla istişarelerde bulunmak gibi hayırlı bir fırsat elde etmiş olurdunuz.emin olunuz böyle bir teşebbüs, hem zatı aliniz, hem de Türk kültürü için büyük bir kazanç olacaktır.bugünkü nüshamız iç sahifelerinde Sezai Karakoç’un sanat ve fikir cephesini elimden geldiği kadar anlatmaya çalıştım. Okumak zahmetine katlanmanıza rica edeceğim sayın cumhurbaşkanım. Umarım ki cüretimi bana bağışlarsınız..en derin saygılarmla…

Kaynak: Ortadoğu Gazetesi – 01 eylül 1975

Yorum bırakın